17. Bölüm: ESKİ DOST


Çizim: Tolga Özasil
Çıkan Kısmın Özeti: İstanbul Cinayet Büro’da görevli Komiser Tahsin, intihar olayı gibi görünen bir ölüm vakasını derinlemesine soruşturmaya başladığında işin arkasından emniyet içindeki bir yapılanmaya kadar uzanan geniş çapta bir dizi tıbbi deney çıkar. Araştırmayı derinleştirme konusunda sıkıntıya düştüğü bir anda, Komiser Tahsin kaçırılır ve Kanlıca’da bir lokantada tanımadığı bir adamla “sessiz” bir sohbete girişmek zorunda kalır. Daha sonra, görüşlerine başvurmak istediği akademisyene polis baskını yapılır ve akademisyen tutuklanır.

 17. Bölüm: "Eski Dost"


Asuman bir çay daha koyup geldiğinde Komiser Tahsin, gözlerinin bozulmak üzere olduğunu hissetmeye başlamıştı. Genç  kadının getirdiği çaydan birkaç yudum alırken başını bilgisayar ekranından kaldırdı; Asuman'ın da ara verdiğini ve salonda duran kitaplığı incelemeye başladığını görünce ara vermesi gerektiğini hissetti.

Saatine baktığında ise, kendisine kargo ile yollanmış cd'deki evrakları ayıklamaya başlayalı dört buçuk saati geçtiğini anladı. Saat ise gece üçe geliyordu! Asuman'ın ilgiyle bir kitabı raftan çektiğini görünce merakına dayanamadı ve çay bardağını alarak yanına gitti. Bu, Turgut Uyar'ın şiir kitabıydı. Asuman havaya bakarak rastgele bir sayfa açtı; arkasında onu izleyen komiseri fark etmemişe benziyordu. Açtığı sayfada, bakmadan koyduğu parmağının hizasındaki dizeleri gözleriyle takip etti:

"Eylül toparlandı gitti işte ekim filan da gider bu gidişle / Tarihe gömülen koca koca atlar tarihe gömülür o kadar"

Gülümseyerek kitabı kapatırken arkasını dönen Asuman'la komiser bir anda yüz yüze gelivermişti; kadıncağız korkudan bir çığlık atarak elindeki çay bardağını yere düşürdü.

Sonrasında da mahcup bir edayla bir bardağa bir de komisere bakmaya başlamıştı... Komiser gülümseyerek, "Boşver" diye mırıldandı ve eğilip kesilmiş camlara dikkat etmeye çalışarak bardağı toplamaya başladı. O esnada Asuman da mutfaktan bir bez bulup gelmiş, çayı silmeye başlamıştı.

 - Çok ama çok özür dilerim! Sizi bir anda öyle görüverince çok korktum!

 Tahsin elini havada sallayarak 'Boşver' diye işaret etti bu kez. Bardağı toplama ve yere dökülen çayı silme işlemi bittikten sonra tekrar masaya oturdular. Birbirlerine bakınca gülmeye başlamışlardı. O esnada komiser, yıllardır yalnız yaşadığı bu evde en son ne zaman güldüğünü hatırlamaya çalıştı.

Bulamadı.

Neyse ki daha fazla düşünmesine gerek kalmadı, Asuman ekrandan bir şeyleri işaret edip konuşmaya ve aynı anda hararetli bir şekilde notlar çıkarmaya başlamıştı. Kanlıca'daki restaurantta konuştuğu adamın yolladığı cd'den çıkan belgelerdi bunlar.

Bir yandan, akşam haberlerinde görüşmeye gittiği akademisyenin tutuklandığını öğrendikten sonra kendisini ziyarete gelen Asuman Şen hakkında restaurantta adamın söylediği şeyi hatırlıyor ve huzursuzlanıyordu ama elinden bir şey gelmiyordu: Kadın da bu operasyonun içine dahil olmuştu, şimdi bir anda çıkaramazdı. Gözetim altında tutabilirdi sadece.

- Burada pek çok farklı deneyden ve mühendislik işlerinden bahsediyorlar komiserim... diye söze girince Asuman, komiser de daldığı düşüncelerden sıyrılıverdi.

- Misal burada, adı "Çivili Ayakkabılar" isimli bir deneyden bahsediliyor. Belden aşağısı veya sadece ayağı sakat olanları yürütmek için yapılan bir dizi deney... Sonuçları çok feci olmuş, iş orduya kadar uzanmış ve pek çok denek buradaki rapora göre "telef olmuş". Tüyler ürpertici!

Komiser dikkatle dinliyor ve bazı noktaları kendisi de not alıyordu.

- Ancak, burada bir mühendisten söz ediliyor; adı karalanmış ama ilk harfinin Z olduğu belli... Orduda görev almıyormuş, o da kesin. Çünkü İçişleri Bakanlığı'nın görevlendirmesiyle doğuya gitmiş ve orada bir laboratuvar kurdurup deneylere başlamış... Yıl 2001.

Asuman'ın devamındaki sayfaya geçip okumasını ve kendisine özetlemesini beklerken çayından birkaç yudum almıştı ki; kadının dökülen çayını hatırladı. Dalgınlığı yüzünden kendisine kızarak ayağa kalktı ve mutfağa gidip başka bir bardak çıkararak çay doldurdu.

Geri geldiğinde Asuman hala hararetli bir şekilde önündeki ekrandan yazıları okuyordu. Tahsin'in getirdiği çaya minnetle bakıp gözü istemsizce kütüphanenin önüne kaydıktan sonra gülümsedi ve sırtını sandalyeye yaslayarak çıkarttığı notlara göz gezdirerek bir yandan komiser için özet geçmeyi sürdürdü.

- Bu deneyin adına da "Kriminaloskopi" koymuşlar. Ciddi mahkumiyeti olan, af kapsamında pek düşünülmeyecek kadar iğrenç suçlar işlemiş yedi suçlu üzerinde deney yapmışlar. Bu yedi kişinin, bu suçları neden işlediğine dair beyin dalgalarını analiz edip hormonal düzenlerini kontrol etmeye çalışmışlar. Pek başarılı olamamışlar: Yedi kişiden beşi delirmiş ve yer aldıkları koğuşu yakmaya çalışmış. En sonunda hapishane yönetimi koğuşa baskın düzenleyip altı tanesini ölü, birini yaralı ele geçirmiş. Mühendis, gene aynı kişi.

- Sağ kalanın adı belli mi? diye sordu boğazının kuruduğunu o an fark eden komiser.

Asuman belgeyi tekrar hızlıca inceledi ve başını olumsuz anlamda salladı. Bir diğer sayfaya geçmişti sonrasında. Kısa bir süre okuduktan sonra dudaklarını ısırarak bazı notlar almayı ve arada bir çayından birkaç yudum içmeyi sürdürdü. Bittiğinde gene sırtını sandalyeye yasladı, çayından kalan yudumları boğazından aşağıya gönderdikten sonra önündeki özetle ekrandaki raporu karşılaştırarak komisere özet geçmeye başladı.

- Bu sefer de bir cinayet davasına müdahil olmuşlar. Deneklerden birisi kaçıp bir kadını öldürmeye çalışmış; yaralamış ve komaya da sokmuş ama yakayı ele vermiş. Deneyi apar topar sonlandırmışlar. Tecavüzden hüküm giymiş bir suçluymuş, hapishanedeki laboratuvardan nasıl kaçtığını kimse öğrenememiş. Hormonlarını kontrol altına almaya, daha ziyade benim anladığım kadarıyla ameliyatsız hadım etmeye, çalışıyorlarmış. 

Komiser duraksamıştı.

- Suçlunun adı yazıyor mu?

Asuman notlarına ve ekrandaki belgeye bir kez daha göz gezdirdikten sonra şaşkınlıkla komisere baktı.

- Herkesin ama herkesin adının çizili olduğu bir belgede evet, bu suçlunun adı yazıyor.

Komiser bıyık altından gülümseyerek sırtını sandalyeye yasladı, elleriyle başının arkasına destek olarak gerindi ve gülümsemesini daha fazla bastıramadan sordu: 

- Dur, ben tahmin edeceğim! Adı İrfan Yıldız mı?

Asuman'ın kaşlarından birisi havaya kalkmıştı. Hevesle dirseklerini masaya dayayıp komisere uzandı. "Nasıl bildiniz!" diye şaşkınlıkla sorarak komiserin gülümsemesini izlemeye koyuldu.

*
Sabahın ilk ışıkları Tahsin'in mütevazı apartman dairesinin sabaha kadar not çıkarılmış salonunun camlarına vururken masada oturup önündeki tüm notları belki on beşinci kez baştan sonra okuyan komiserin gözleri haricinde zerre hareketlilik yoktu.

Asuman, kanepede uzanmış ve adeta yorgunluktan sızmıştı. Daha saatin altı bile olmadığının ayırtına varınca yerinden kalkıp yatak odasına giden komiser, elinde bir pikeyle geri gelmiş ve kısa kollu tişörtle uyumakta olan Asuman'ın üstüne pikeyi örtmüştü. Genç kadının yarı huzurlu yarı huzursuz uykusu esnasında oynayan gözbebeklerini fark edebiliyordu.

Biçimli bir burnu, düzgün ve ince kaşları vardı. Çenesi hafif içeri doğru göçük olan kadının, Afyon'daki iş ortağına ne kadar benzediğini de o an ilk kez fark etti. Asuman'ın ihbarıyla bir çeteleşmenin içinde olduğu ayyuka çıkan kadın polisle süren ilişkisine nokta koymak zorunda kalışını da o an, yıllar sonra, hatırlayınca burnunun sızladığını duyumsadı komiser.

Daldığı nostaljiden, bir kez çalıp kapanmış telefonunun belli belirsiz sesiyle sıyrıldı. Bu saatte kim arayabilirdi ki? Masaya gidip telefonunu eline aldığında bir kez daha şaşırdı: Çaldıran Necip'ti. Geri ararken salondan çıkıp mutfağa gitti ve uykusuzluğunun etkilerini biraz olsun bastırmak için bir kahve yapmaya karar verdi. Daha su ısıtıcısına su koyarken karşı taraf telefonu açmıştı.

- Komiserim, uyumuyordunuz ya?

Tahsin, kısa bir an kafasına mukayese ederek Asuman'ın onda olduğundan ve bütün gece belgeleri taradıklarından; dahası İrfan Yıldız isminden bahsetmemeye karar verdi.

- Yok Necip, uyumuyordum. Erken yatmışım gece, şimdi kalktım sabah haberlerini izliyordum.

Necip'in belli belirsiz  rahatladığını sezdi. Genç polis, sözlerini sürdürüyordu:

- Amirim, biz şimdi Nevzat Abi'yle Özkan'ın apartmanının önündeyiz. Çip projesine sağlam bir dönüş yapmak için bu apartmanda yaşadıkları kayıtlı olan ama hiç bulamadığımız o iki komşuyu takibe alacağız.

Komiser, bu hamlenin başarıya ulaşıp ulaşamayacağını kafasında ölçüp biçerken telefonu Nevzat almıştı.

- Tahsin, senin için rahat olsun. Gerekirse iki hafta burada yatıp kalkarız ama o adamları yakalarız. Yangından dolayı apartman biraz hasar gördü malum, ama eşyalar hala içinde. Ne eşyası olduğunu bilmiyoruz ama camdan baktığımızda bilhassa ilk dairelerin içinin dolu olduğunu gördük.

Tahsin diyecek pek bir şey bulamamıştı. İçten içe seviniyordu, çünkü fifty fifty şansları vardı. Eğer bir bağlantı yakalanabilirse, emniyeti bir operasyona zorlama şansları olabilirdi. Düşük de olsa, şans şanstı. Bu düşüncelerini Nevzat'a ilettikten sonra başarılar dileyerek telefonu kapattı. O esnada su da ısınmıştı. Bir kupa çıkarıp kahve boca etti, üstüne de suyu.

O an, bardakları aldığı cam kapaklı bölmeden arkasında bir karartı fark etti. Arkasını dönmeden bir bardak daha çıkarmak için uzanırken sorusunu yöneltti:

- Sütlü mü içersin, sütsüz mü Asuman?

Bıyık altından gülümseyerek arkasını döndüğünde, uyku mahmuru genç kadının şaşkınlıkla kendisine baktığını fark etti.

- Valla, sizin namınız çok yürüyordu emniyette ama bu kadarını da beklemiyordum! Sütlü olursa sevinirim!

Komiser, şaşkınlığı süren kadına da bir kahve yaptıktan sonra salona geçtiler.

*

Birkaç saat boyunca arabanın içinde havadan sudan muhabbet ettikten sonra artık sıkılmaya başlayan Necip ve Nevzat'ın imdadına birileri yetişmişti. Hem de, tam istedikleri gibi birileri: Bir aya yakın süredir peşinden koştukları Sabri Hersal; sabahın ilk saatleri daha bitmeden, saat sekiz bile değilken, etrafı kolaçan ederek apartmana girmişti.

Yarım saati aşkın bir süre içeride kalktıktan sonra aynı tedirgin bakışlarla etrafı kolaçan ederek, kolunun altında büyükçe ve bezle sarılmış bir cisimle apartmandan çıkmış; yürümeye başlamıştı. Fazla gözden uzaklaşmadan arabayı çalıştırdı Necip ve yavaşça Sabri Hersal'ı takip etmeye başladılar.

Sabri Hersal'ın büyükçe bir jeepe bindiğini gördüklerinde Necip de Nevzat da istemsizce benzin durumunu kontrol etmişlerdi. Neyse ki, İstanbul'u boydan boya geçebilecek kadar doluydu arabanın deposu. Jeep ilerledikçe, aralarındaki mesafeyi korumak zorlaşıyordu. Yaklaşık kırk dakikalık bir takipten sonra Bayrampaşa'nın ara sokaklarında bir kafenin önünde duran jeepe karşılık, bir sokak ötesinde durmuştu Necip'le Nevzat'ın içinde olduğu araç.

Nevzat, arka koltuktaki fotoğraf makinesine uzanıp kafeyi görebileceği bir mevzi seçebilmek için araçtan inmiş; olası bir ani hareketlilik için de Necip aracı çalışır durumda tutarak araçta kalmıştı. On-on beş dakika sonra Nevzat fark ettirmeden geri geldi. Necip'e devam etmesini işaret ederek komiserin evine doğru ilerlemesini söyledi.

Aradan yirmi dakika geçmişti ki, komiseri apartmandan çıkarken yakaladılar. Olayı kısaca anlatıp fotoğrafları göstermek istediklerinde ise ilginç bir şey oldu: Komiser, Necip ile Nevzat'ı evine buyur etmedi. İkili, kısa bir an birbirlerine göz ucuyla baksa da durumun üstünde durmadılar ve aynı araca atlayıp komiserin istediği bir yere gitmeye koyuldular. Komiser yol boyunca bilgi vermedi ama Nevzat'ın kendisine uzattığı fotoğraf makinesindeki fotoğrafları görünce şaşkınlığını gizleyemedi.

- Bu adamlardan birisi Sabri Hersal, diğeri de bizim daha ilk gün ifadesini aldığımız müzisyen Mehmet Özipek. Diğer adamı tanımıyorum ama bu dördüncü adamı çok iyi biliyorum!

Nevzat, ön koltuktan geri dönüp hangi adamı gösterdiğine baktıktan sonra soran gözlerle komisere odaklandı. Necip'in de merakı kabarmıştı.

- Bu o işte; beni sürekli takip eden ve hatta bizim fotoğraflarımızın olduğu usb belleği cebime yerleştiren herif!

*

Silivri'ye kadar gelmişti üçlü. Yol boyunca, fotoğraftaki dört kişinin alakasını sorgulayıp bir sürü teori ortaya atmışlar ancak hepsini de bir şekilde ekarte etmişlerdi kendi içlerinde. Tahsin, Silivri Cezaevi'nin önünde inmek istediğini söylediğinde Necip'in de Nevzat'ın da dudaklarına kadar gelen sorular yutuldu.

Kendisini beklememelerini istediğinde daha bir iç geçirdilerse de, bir şey soramayacakları kadar ciddi görünüyordu komiser. Onlar da sormadılar. Komiser araçtan indi, cezaevinin kapısına kadar gitti ve içeri girip gözden kayboldu.

Koridorlarda ilerlerken arkadaşlarına bilgi vermediği için hem içi huzursuzdu hem de evden çıkarken onlara denk geldiği ve Asuman'ın onda olduğunu öğrenemedikleri için mutluydu. Birkaç metre yürüdükten sonra tanıdık bir görevliyi gördü.

Kırk dakika önce Asuman'ın telefonuyla, telefon görüşmesi yaptığı görevliydi bu. Etrafı kolaçan ederek komiseri bir odaya aldı. Odanın bir ucunda, elleri kelepçeli bir adam vardı ve gözünü kapıya dikmiş dururken birden Tahsin'i görünce gözleri parlamıştı. Onu son gördüğünden beri çok zayıflamış, çökmüş ve kara kuru bir şey oluvermişti İrfan Yıldız.

Karşısındaki sandalyeye oturup İrfan'a bir sigara uzattı Tahsin. Avurtları çökmüş yüzünde belirsiz bir hareketlenme oldu ve kelepçeli bileklerine mukabil seri bir hareketle kaptığı sigarayı kurumuş, çatlamış dudaklarının arasına yerleştirdi İrfan Yıldız. Komiser, sigarasını yaktığı mahkumun bir süre sigarasını içmesini izledikten sonra derin bir nefes alarak söze girdi:

- Seninle bir anlaşma yapmak istiyorum İrfan...


17. Bölümün Sonu